8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün yaklaştığı şu tarihlerde, yaklaşık yedi yıldır çalışma hayatında, üç yıldır “Gayrimenkul Değerleme” sektöründe var olmaya çalışan bir kadın olarak biraz karalamak istedim.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün Ortaya Çıkışı
Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllardaki yeni buluşların etkisi ve buhar gücüyle çalışan makinelerin üretim faaliyetlerinde kullanılmaya başlanmasıyla ekonomide meydana gelen köklü değişim, işçi sınıfının ortaya çıkmasına ve üretimde kadın emeğinin fark edilmesine neden olmuştur. Kadınların iş hayatında kendine yer bulması bu döneme rast gelmektedir. Bu sayede kadının emeği ekonomik değer bulurken, kadının üretime doğrudan katılımı sağlanmıştır. Ancak söz konusu dönemde kadınların eğitim, bilgi ve becerilerinin düşük olması ataerkil toplum yapısı içerisinde uzun yıllar boyunca düşük ücretle, basit işlerde istihdam edilmelerine sebep olmuştur. Eğitim ve uzmanlaşma gerektirmeyen işlerde çalışmak zorunda kalan kadınlar erkeklere nazaran işlerini daha kolay kaybeder duruma gelmişlerdir. Her ne kadar sanayi devrimi kadının emeğine ekonomik değer katsa da, toplumun biçtiği roller kadının toplumsal statüsünün iyileşmesi için yeterli olmamıştır. Bu sancılı dönem beraberinde pek çok trajik olayı da elbette beraberinde getirmiştir.
Takvimler 8 Mart 1857 tarihini gösterirken ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi çok ağır çalışma koşulları, uzun çalışma saatleri ve düşük ücretler sebebiyle greve başlamıştır. Grev sırasında işçilerin fabrikaya kilitlenmesinin ardından çıkan yangında, işçilerin fabrika önündeki barikatlardan kaçamaması sonucu çoğu kadın 129 işçi hayatını kaybeder. Olayın duyulmaması için basına yayın yasağı getirilir ancak bir iki duyarlı gazeteci tarafından olay tüm dünyaya duyurulur.
Yaşanan felaketten 53 yıl sonra 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopanhag kentinde gerçekleştirilen 2. Enternasyonel’e bağlı kadınlar toplantısında Clara Zetkin’in 8 Mart 1857 tarihindeki dokuma fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına “Internationel Frauentag” (Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisi oy birliği ile kabul edilir ve baharın herhangi bir günü “8 Mart” anılmaya başlanır. Tarihin 8 Mart olarak kabul edilmesi ise 1921 yılında Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslar Arası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşir.
Aradan Geçen 161 Yılda Ne Kadar İlerledik…
Günümüze gelindiğinde ise hayatımızın her alanına sirayet eden toplumsal ayrımcılığın iş hayatında da var olduğunu ne yazık ki halen görmekteyiz. “Çalışan erkek” gibi bir kavram yokken “çalışan kadın”, “çalışan anne” gibi kavramların yer ettiği ülkemizde kadınlar mavi ya da beyaz yakalı fark etmeksizin, gerek üretim gerek yönetim departmanında pek çok toplumsal önyargıyla baş etmek zorunda kalmaktadır. Eşit eğitim fırsatına erişebilmiş, aynı meslek grubundaki kadınlar toplum tarafından kendilerine biçilmiş rol ve sorumluluklar sebebiyle gerek işe alımda, gerekse kariyer basamaklarını tırmanırken fırsat eşitsizliğine maruz kalmaktadır. Bunun sebepleri bazen işveren kaynaklı iken bazen de ne yazık ki kişinin kendisinden kaynaklı yaşanabilmektedir. İşverenler çoğu zaman evlilik ve annelik gibi konuları anne olmaya bu kadar büyük anlamlar yükleyen ülkemizde bile bahane ederken, kadın çalışanlar çoğu zaman kendi şartlanmışlığı ile çalışmayı, yükselmeyi kendisine hedef olarak bile koyamamaktadır. “Kadınlar için iş hayatında kendine yer bulma, üretme ve çalışma azmi; hamile kalma ihtimali bulunduğu için işe alınmamasıyla, hamile kaldığı için işine son verilmesiyle ya da yalnızca çalıştıkları için erkeklerin iş bulamamasına neden olduğunun söylenmesiyle her gün törpülenmektedir.”
Sektörümüze Gelindiğinde
Kadının çalışmasını dahi henüz tam olarak sindirememiş toplumumuzda, sahada çalışan kadın fikri de halen bazı kesimlerce yadırganmaktadır. Sahada, özellikle işin satış ve pazarlama kısmında çalışan kadınların “Bu işi yaptığınıza göre bekarsınız” değilse “Eşiniz nasıl izin veriyor?” (eşin ne haddineyse izin vermek) gibi söylemlere maruz kalması daha kat edilecek çok yolumuz olduğunu her gün suratımıza çarpmaktadır. Sektörümüzde ise yer görme esnasında evde, bağda bahçede karşısında yalnız bir kadın görmeye halen alışamamış müşterinin şaşkınlığı, kimi zaman iyi niyetle yanımızda bir erkek arkadaş bulunmasını salık vermesi hep bundandır.
Ne yazık ki toplumun kadına biçtiği evin yükü, çocuğun tüm sorumluluğu, görevlerin paylaşımının teklif bile edilemediği muhteşem aile yapımız da kadının iş hayatında var olmasını özellikle de sektörümüzde olduğu gibi hem zihinsel hem de bedensel olarak yapılan işlerde daha da zorlaştırmaktadır. Kadının nitelikli işlerde yer alması veya iş hayatında sayıca azlığı biyolojik özelliklerin bahane edilmesine rağmen aslında eğitimli kadın sayısının halen düşük olmasından ve toplumun yapısından kaynaklanmaktadır. Oysaki unutulmaması gereken eğitim görmüş ya da görmemiş her kadının yalnızca insan olduğu için üretmesi, topluma fayda sağlaması, çalışan güçlü insanlar, örnek ebeveynler olmasıdır. Toplum cinsiyetçi sıfatlarla değil eğitimli insanla üretir, gelişir, medeni olur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”
FATMA KAYRAK
ARVES A.Ş. | SPK Lisanslı Gayrimenkul Değerleme Uzmanı